Bu yazımda yayınlandığı dönemden bu yana edebiyat dünyasında adından çokça söz ettiren ve okumaktan en çok keyif aldığım kitaplardan biri olan Cesur Yeni Dünya kitabının altında yatan mesajları inceledim.
Bu Bir Ütopya Mı Yoksa Distopya mı?
Mutsuzluk yok, açlık yok, herkes oldukça sağlıklı ve dünyadaki tüm savaşlar sona ererek yerini barışa bırakmış. Bizden hayalimizdeki geleceğin nasıl olduğunu anlatmamız isterse çoğumuzun aşağı yukarı vereceği cevap budur sanırım. İyi niyet kokan bu yaklaşım daha ikinci dünya savaşının hemen öncesinde Aldous Huxley tarafından 1932 yılında ortaya atılarak ünlü roman Cesur Yeni Dünya’nın konusu olmuştur.
Kitaba ana hatlarıyla bakıldığında Huxley’in ideal bir dünya düzeninden bahsettiği sanılsa da sayfalarda biraz ilerledikçe aslında yazdıklarıyla gelecek insanlarını uyarmayı hedeflediğini görüyoruz. Kitap boyunca bu mutluluğun bedelleri çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriliyor.
İnsanlar mutlu, istediklerini alıyorlar ve ulaşamayacakları şeyleri de asla istemiyorlar
Herkes herkese aittir !
Yeni ve gelişmiş bu dünyadaki bedellerin ne olduğu ve kitabın neden bir distopya örneği olduğu üzerinde duralım birazda. Kendinizi o dünyaya ait birsi gibi düşünün. Sadece duruyor ve izliyorsunuz. İlk olarak yolculuğunuz bir tüpün içerisinde başlıyor. Anne – baba kavramları artık ayıp birer kelime sayılıyor ve tüm insanlık tıpkı fabrikadan çıkan bir ürün gibi geliyor dünyaya. Sonrasında şartlandırma var. Kısıtlı bir geni paylaşan 2 milyonluk bir dünyadasınız ve burada bir kast sistemi uygulanıyor. Tüm bunların anlamı bir sosyal sınıfa dahil olmak zorunda olduğunuzdur. Sizin için seçilen kader her neyse öncelikle ona göre şartlandırılıyorsunuz. Kitapta bu sınıflar Delta, Alfa, Beta, Gama ve Epsilon olmak üzere beşe ayrılmıştır. Hangi sınıfa dahil olursanız olun siz daha şişeden çıkar çıkmaz başlayan şartlandırılma dersleri nedeniyle mükemmel bir hayatınız olduğuna inanacaksınız.
Artık toplumun bir parçasısınız ve mutluluk için bazı bedeller ödemelisiniz. Tüm bu bedeller “Toplum her şeyin temelini oluşturur.” düşüncesinin bir ürünüdür. Aile, sanat, felsefe, din gibi kavramlar ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca düşünmek de yasak olan şeyler arasındadır. Düşünmek şüpheye yol açar ve istikrara zarar verebilir. Bu yüzden bu güzel dünyada yönetim sizi hep birlikteliğe teşvik ederek yalnızlığınızdan korunmanızı sağlar. Aşk, tutku gibi kavramlar da modernleşmiş toplumun bir parçası olarak görülmemektedir. Herkesin herkese ait olduğu bir düzen kalp kırıklıkları, bağlılık gibi sorunları da ortadan kaldırmaktadır.
Sürekli tüketime teşvik edildiğiniz, mutsuz olma hakkınızın elinden alındığı, aile ilişkilerinin ortadan kaldırıldığı, bireyselliğin yok edildiği ve düşünme özgürlüğünüzün bile olmadığı bu gelecek kurgusu sizde bir Ütopya mı yoksa distopya mı ?
Karakterler
Bernard Marx: Şartlandırma Merkezi’nde uzman olarak çalışmaktadır. Bu distopik Sistemin aslında o kadar da mükemmel olmadığını kanıtlamaya çalışan karakterdir. Bernard’ın bakış açısından bu dünyayı görmeye başladığımız zaman kitabın aslında bir distopya olduğunun farkına varıyoruz. Aslında Alfa sınıfına ait olarak üretilmişken Beta sınıfına dâhil edilmiş. Farklılıklarından dolayı kendini yetersiz hisseden bu karakter, birey olduğunun farkındadır, toplum tarafından garip karşılandığı ve kendisini anlayacak birini bulamadığı için depresif bir ruh haline sahiptir.
Lenina Crowne: Alfa sınıfına aittir. Güzel ve çekici bir dış görünüşe sahiptir. Bernard ve diğer birçok erkek ona ilgi duymaktadır. Bernard’ın aksine Ford’a minnet duyar ve dünyanın bu düzeninden memnundur. Farklı bir şeylerin arayışında olduğu için Bernard’la görüşmeye başlamıştır. Birbirine zıt bu iki karakterin arasındaki ilişki de kitapta ön planda tutulan konulardan birisi olmuştur.
Mustapha Mond: Kitaptaki karakterler fikir dünyasının önderlerinden bir takım şeyler temsil edecek şekilde tasarlanmışlardır. Mustapha Mond da bunların ben belirgin olanlarındandır. Karakter Atatürk ve Alfred Mond’dan esinlenilerek hazırlanmıştır.
Mond, Yeni Dünya’nın önde gelen on denetçisinden birisidir. Eski bir bilimcidir ancak yönetici olmayı istediği için katıksız bilimden vazgeçmiştir.
Linda: Yeni Bölge’de doğan ve büyüyen Linda, daha sonraki hayatını Ayrık Vahşi Bölge’de sürdürmüştür. Burada yaşarken John adında bir erkek çocuğu dünyaya getirmiştir. Ayrık Bölge’ye gitmeden önce dölleme bölümünde görev yapmıştır.
John: Annesi Linda modern dünyadan gelse de John Ayrık Bölge’de doğduğu için o ve annesi vahşiler tarafından dışlanmışlardır. Bernard onu ve annesini Cesur Yeni Dünya’ya getirmesinden sonra sistemi tanıyarak sisteme ağır eleştirilerde bulunmuştur.
Ayrık Vahşi Bölge
Kitapta yer alan bu bölge tüm dünyanın aksine geri kalmış bir toplumu içinde barındıran bir yer olarak tasvir edilmiştir. Yeni dünya düzeninden farklı olarak buradaki çocuklar hala anneler tarafından doğrulmakta, farklı dini inançlar sürdürülmekte ve tüketici değil üretici bir toplum anlayışı benimsenmektedir.
Peki tüm dünyayı içerisine alan düzen değişimi ve modernleşme neden bu bölgeyi es geçmiştir? Buna gerekçe olarak gösterilebilecek tek şey yönetimdekilerin bu bölgenin değersiz olduğunu düşünmesidir. Ne iklimi, ne coğrafi konumu nede içerisinde bulunan ilkel toplum modernleşme için ödenecek bedele değer görülmemiştir.
Kitaptaki John karakteri de tıpkı Bernard gibi bizlere bunun bir Ütopya değil de distopya olduğunu göstermiştir. Modern dünyaya adımını atışından kitabın sonuna kadar tüm bu modern yaşam, sürekli mutluluk, serbest ilişkilerin olduğu dünyanın aslında büyük bir yalandan ibaret olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır.
Sonuç olarak Cesur Yeni Dünya kitabı her okuyanın ayrı bir alt metin bulacağı, dünya tarihine adını yazdırmış bir kitap oldu.
Ayrıca bloğumuzda yer alan diğer kitap inceleme yazıları olan Bir Kurt Cobain Biyografisi: Cennetten De Ağır ve İnsan Ne İle Yaşar Kitap İncelemesi yazılarımıza bakabilirsiniz.