4. bölümün sonunda bahsettiğim gibi Real Betis yenilgisi sonrası 56 maçlık serimiz son bulmuştu. Golsüz beraberlikler sonrası gelen bu yenilgi Barcelona’daki koltuğumun sallanmaya başlaması anlamına geliyordu. Ligi bir şekilde telafi etme imkanımız vardı ancak kapıdaki Arsenal maçında da kötü bir sonuç alıp asıl hedef olan Şampiyonlar Ligi’nden elenmemiz bu kariyerin sonu demekti.
Birtakım Değişiklikler
Üst üste gelen olumsuz sonuçlar oyun planında bir değişikliği zorunlu kılmıştı. Griezmann’ın kanatta hiç faydalı olamaması en büyük sorunlarımızdan biriydi. Ayrıca elimizde Griezmann ve Messi’yi de sayarsak 4 tane üst düzey forvet vardı. Bu nedenle forvet hattını 3 kişiye çıkarıp kanatta etkisiz kalan Messi ile Griezmann’ı kaleye daha yakın pozisyona çekecektik. Ayrıca Haaland ileride tek başına kalmayacaktı. Orta sahada da Busquets’i öne çekerek Havertz ve de Jong ile birlikte 2. bir üçlüyü oluşturduk. Böylece klasik bir 4-3-3 taktiğine geçiş yaptık.
Arsenal maçından önce ligde 2 tane maçımız vardı. Zirveden uzaklaşmamak adına 2 maçı da kazanmak mecburiydi. Yeni taktiğimizi ilk olarak Vallecano karşısında deneyecektik. Artık bu taktik de gol sorununu çözmezse hiçbir şey çözemezdi. Maça şu diziliş ve ilk 11 ile çıktık:
Yeni sistemim ilk maçında güzel bir sonuç vermişti. Deplasmandaki maçı 4-0 kazandık. Haaland maçı 3 golle tamamladı. Fakat tek maçla havaya girmeyi artık bırakmıştık. Önümüzde Villareal maçı vardı ve Arsenal maçından önceki son maçtı. Şampiyonlar Ligi’ni düşünerek ufak tefek rotasyonlar yapsak da yıldız oyuncuları sahada tuttum. Sonuçta 6-1 gibi sansasyonel bir skor alarak üzerimizdeki kara bulutları dağıtmış, Arsenal öncesi moral bulmuştuk. Yeni sistemle 2 maçta toplamda 10 gol atmış olduk.
Kritik Maçlar
Aylardır beklenen maç sonunda gelmişti. Geçen sene kupaya veda ettiğimiz turda Arsenal’e karşı oynayacaktık. Son alınan bol gollü galibiyetler olumsuz havayı dağıtmış gibi gözükse de bu maçta alınacak ters bir skor her şeyin sonu anlamına gelebilirdi. Üstelik rövanş maçıyla ilk maç arasında bir de Real Madrid’e karşı ya tamam ya devam maçına çıkacaktık.
4-3-3 taktiği son 2 maçta hücum gücümüzü arttırsa da Arsenal deplasmanı için fazla riskliydi. Bu seviyede risk alamazdık ve bu yüzden maça daha temkinli bir şekilde eski taktiğimiz olan 4-1-2-2-1 ile çıktık. Maçın ilk bölümü Arsenal tehlikeleriyle geçse de 26. dakikada Griezmann’ın uzaktan şutuyla öne geçtik. Deplasmanda atılan bu gol bize büyük avantaj sağlıyordu ve geri kalan sürede bu avantajı korumak önemliydi. Golden sonra uzun süre ortada giden maçın son bölümlerinde maalesef Arsenal golüne engel olamadık ve sahadan 1-1 beraberlikle ayrıldık. Tabi avantaj yine bizdeydi.
Arsenal eşleşmesini kısa süreliğine kenara bıraktık ve Real Madrid maçına odaklandık. Sadece 2 günümüz vardı ve lig şampiyonluğu adına ölüm kalım maçıydı. Kendi evimizdeki maçta son saniye golüyle galibiyeti kaçıran taraf olmuştuk bu kez deplasmandaydık. Maç öncesi Real Madrid ile aramızda 5 puan vardı. Maça yine Arsenal maçında olduğu gibi temkinli başlayacaktık. Geriye düşersek toparlamak zor olabilirdi. İlk 11’de sürpriz bir şekilde sol açığa James Rodriguez’i koydum. Maç öncesi demeçlerinden eski takımına karşı ekstra motive olacağını ima etmişti ve takımda yer edinmek adına bu maçta iyi oynamak zorunda olduğunu biliyordu. Nitekim maçın henüz daha 7. dakikasında kornerden dönen topu harika bir şekilde tamamlayarak takımımızı öne geçirdi. Kendisinden beklentimi daha 10 dakika geçmeden karşılamıştı.
Erken gelen gol sonrası skoru korumak önemliydi ancak maçın bitimine daha çok vardı. O kadar süre skoru tutmak özellikle de deplasmanda imkansızdı. Geri çekilmedik ama Real Madrid kendi seyircisi önünde gol atmadan duracak gibi değildi. Üst üste gelen atakları kalecimiz Ter Stegen savuştursa da Jovic’in kafa golüne engel olamadık ve soyunma odasına eşitlikle gittik. İkinci yarıda her şey baştan başlıyordu, erken attığımız golün son kullanma tarihi geçmişti ve yenisine ihtiyacımız vardı. İkinci yarı karşılıklı ataklarla geçti. Artık zaman tükeniyordu ve biz hala gol atamamıştık. Messi çok kötü oynuyordu bu yüzden daha fazla dayanamadım ve yerine sakatlıktan yeni çıkan Suarez’i soktum. Bu değişiklikten sadece 1 dakika sonra genç yıldızımız Erling Haaland çaprazdan vurduğu şutla kaleciyi avladı ve Santiago Bernabeu’yu sessizliğe bürüdü. Kalan dakikalarda üstünlüğümüzü koruduk ve çok kritik bir maçtan 3 puan alarak zirve yarışımızı sürdürdük.
Real Madrid maçı aradan çıkmıştı ve kaybettiğimiz puanlar nedeniyle uzaklaştığımız zirveye yeniden yaklaşmıştık. Arsenal maçı öncesi 2 tane lig maçımız vardı. Bu maçlara 4-3-3 taktiğiyle çıkıp pek zorlanmadan 6 puanı hanemize yazdırdık. Real Madrid’in Sevilla ile berabere kalmasıyla da zirveyi yeniden ele geçirdik. Kısacası Arsenal maçı öncesi her şey yolundaydı ve bu maçta da avantajımızı korumayı başarırsak kısa süre önceki olumsuz hava tamamen dağılmış olacaktı.
İlk maçtaki deplasman golünün etkisiyle maça temkinli çıktık. 6. dakikada Bellerin’in kanattan girip attığı golle tüm planlarımız suya düştü ve avantajı rakibimize verdik. Turu geçmek için 2 gole ihtiyacımız vardı ve kaybedecek 1 dakikamız bile yoktu. Hemen 4-3-3 taktiğine geçiş yaptım ve tüm takımı hücuma yolladım. En kısa zamanda ilk golü bulup devamını getirmeliydik. Yenilen golden sonra üst üste ataklarımız 23. dakikada sonuç verdi ve golü bulduk. İlk yarı eşitlikle geçildi, ikinci yarıda hücum anlayışımızdan vazgeçmedik ve 61. dakikada ilk golün sahibi Griezmann’ın ayağından 2. golü bulduk. Avantaj yeniden bizdeydi. 10 dakika sonra kornerde ileri çıkan Laporte’nin kafa vuruşu ağları bulunca iyice rahatladık ve toplamda 4-2’lik skorla adımızı çeyrek finale yazdırdık.
Üst üste gelen galibiyetler rüzgarı tersine döndürmüştü. Kısa sürede olumsuz havayı dağıtıp işleri istediğimiz şekle getirmiştik. Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final turunda rakibimiz gruplarda da eşleştiğimiz B. Dortmund takımı oldu. Dortmund, aynı zamanda geçen sezon Şampiyonlar Ligi hayallerimizi sonlandıran takımdı. Her ne kadar bu sezon gruplarda onlara karşı 5-2 galip gelmiş olsak da hala geçen sezonunun rövanşı alınmış sayılmazdı. Arsenal maçı sonrası ligde Zaragoza ile karşılaştık ve 4-0 gibi rahat bir skorla 3 puanı aldık. Bu maçtan sonra 13 günlük bir ara vardı, aradan sonra Vigo deplasmanına gidecektik ve sadece 3 gün sonra Dortmund maçı oynanacaktı.
Yedek ağırlıklı çıktığımız Vigo maçını 2 farkla kazandık. Aynı hafta Real Madrid puan kaybı yaşadı ve böylece zirve yarışında avantajlı konuma geçtik. Geçen sezonki senaryoyu yeniden yaşamamak için Dortmund karşısında işi ilk maçtan bitirmek önemliydi. 4-3-3 taktiğiyle çıktığımız maçta Haaland ile erkenden öne geçtik ve devamında Griezmann’ın 3 golüyle sahadan 4-1 galip ayrıldık. Her şey tam da beklediğimiz gibi gitti ve bu kritik turda ilk maçtan işi bitirmeyi başardık.
Lige dönüşte rakibimiz Atletico Madrid’i son maçın yıldızı Griezmann’ın golüyle 1-0’la geçtik ve şampiyonluk yolunda emin adımlarımıza devam ettik. 4 gün sonra Dortmund eşleşmesinin ikinci maçına çıktık, ilk maçın verdiği güvenle rahat bir oyun neticesinde toplamda 6-2’lik seriyle adımızı yarı finale yazdırdık. En büyük hedefimize yavaş yavaş yaklaşıyorduk.
Yarı Finalde rakibimiz Liverpool oldu. Rakip zordu ancak bu aşamada kolay rakip olmadığını da biliyorduk. Liverpool maçı öncesi çıktığımız iki lig maçını da rahat bir şekilde kazandık. Zirve yarışında önde olan takımdık, yeni taktiğimiz fazlasıyla işe yaramış, gol atamama problemimiz ortadan kalkmıştı.
Finalden Önceki Son Engel
Kritik eşleşmede ilk maç Liverpool’un sahasındaydı. Güvenimiz ve inancımız tam bir şekilde sahaya çıkacaktık. Liverpool’un kontrolünde başlayan maç o şekilde devam etti. Elimizden bir şey gelmiyor, sadece Liverpool ataklarını savuştururken adımız geçiyordu. İlk yarıyı gol yemeden tamamlasak da ikinci yarının hemen başında Alexander-Arnold’un uzaktan yolladığı füzeyle geriye düştük. Gelen bu gol sonrası artık sahadaki pasif halimizden sıyrılmamız zorunlu hale gelmişti. İlk yarının aksine üst üste ataklar geliştirsek de bir türlü golü bulamadık. Maçın son bölümüne doğru gelen Liverpool golüyse moralleri iyice dibe çekti ve sahadan 2-0 yenik ayrıldık.
İkinci maçta bir mucize yaratmazsak kupaya bu kadar yaklaşmışken yine elimiz boş bir şekilde eve dönecektik. 2 farklı geride başlayacağımız için maça tamamen hücumu düşünerek çıktık. Maçın henüz başında geliştirdiğimiz ataklar umut verse de 15. dakikada Salah’ın ayağından gelen golle tüm inancımız dağılmıştı. Evet yine başaramamış bir şekilde eve dönüyorduk…
Yediğimiz golden yalnızca 5 dakika sonra Messi’nin attığı gol fazla bir şey ifade etmiyordu artık. Kalan dakikalarda yemeden 3 gol atmamız lazımdı. Yine de maç bitmeden pes etmenin bir anlamı yoktu. İnancımızı korumalıydık. Haaland’ın 35. dakikada attığı gol içimizde bir kıpırdama yaşattı, mucize için acaba mı dedirtti ki sadece 3 dakika sonra Sergio Roberto’nun golüyle bir anda oyuna ortak olmuştuk. Soyunma odasına girdiğimizde 15. dakikadaki negatif düşüncelerimizden eser kalmamıştı. Yalnızca 1 gol bizi finale götürecekti.
Hırslı başladığımız ikinci yarıda beklediğimiz golü bir türlü bulamıyorduk. Uzun bekleyişin ardından dakikalar 70’i gösterirken Messi’nin ara pasında topu alan Haaland usta işi bir bitiricilikle skoru 4-1 yaptı ve seride bizi öne geçirdi. İşte olmuştu, mucize gerçekleşmişti, şimdi sadece kalan sürede gol yemememiz gerekiyordu sonrası finaldi. Avantajını kaybeden Liverpool’da doğal olarak motivasyon sıfırlanmıştı. Kontrollü oyunumuzla kalan dakikaları istediğimiz şekilde sonuçlandırdık ve adımızı finale yazdırdık.
Yıllardır kulübün beklediği Şampiyonlar Ligi için arada sadece 1 maç kalmıştı, rakip Tottenham takımı olmuştu. Ligde kalan 3 maçtan 3 puan almamız halinde şampiyonluğumuzu ilan edecektik. Nitekim bitime 2 maç kala Mallarca’yı 3-1 yenerek kendi evimizde şampiyonluğumuzu ilan ettik. Ligde gelen bu şampiyonluk önemliydi ancak asıl hedefimiz olan Şampiyonlar Ligi’ni kazanmadan kutlama yapmayacaktık.
Final
Geçen sezonki erken veda sonrası 1 sene boyunca tüm çalışmalarımızı Şampiyonlar Ligi’ni kazanmak için yapmıştık. Artık bu hedefe ulaşmak için yalnızca 1 maçımız vardı. O kadar rakibi alt edip finale kadar gelmiştik. Tüm bu çalışmaların sonunu kupayla bitirmek zorundaydık. Rusya’da oynanan final maçına rakibimiz Tottenham da bizimle aynı hissiyatlarla çıkmıştı şüphesiz. Ortada başlayan maçın henüz 10. dakikasında Tottenham öne geçti. Doğal olarak moralimiz bozulsa da erken pes etmemeyi Liverpool maçında öğrenmiştik. Golden sonra sakin kaldık, üst üste ataklar gerçekleştirdik ancak dakikalar geçerken biz bir türlü o golü bulamıyorduk. Griezmann ve Haaland beklenen katkının çok uzağındaydılar. İlk olarak Griezmann’ı oyundan aldım ve yerine sezon sonu takımdan ayrılması beklenen Suarez’i koydum. Bu değişikliği yaparken maçı alması halinde Suarez’i 1 sene daha takımda tutacağıma söz vermiştim kendi kendime. Dakikalar 78’i gösterirken aradığımız golü Pique’nin kafasından bulduk ve skoru eşitledik. Şimdi her şey baştan başlıyordu. Kalan dakikalarda gol atan olmazsa maç uzayacak, sonrası da penaltılardı.
Attığımız golden yalnızca 3 dakika sonra sahneye son umut olarak sahaya sürdüğüm Suarez çıktı ve sol çaprazdan yolladığı plase vuruşla takımımızı öne geçirdi. Sadece 3 dakika içinde her şeyi terse çevirmiştik ve kupanın sapından tutmuştuk. Kalan dakikalarda kalemizi başarılı bir şekilde savunduk ve sonunda Şampiyonlar Ligi Kupasını kazandık. Birçok iniş ve çıkış yaşadığımız 2 yılın sonunda nihai amacımıza ulaşmıştık. Artık Şampiyonlar Ligi hasreti sona ermişti ve bunu biz başarmıştık.
–Son–
Serinin tamamını kariyer hikayeleri kanalından ya da aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz.
Football Manager 2020 Barcelona Kariyeri (1. Bölüm)
Football Manager 2020 Barcelona Kariyeri (2. Bölüm)